Bir gün de o arkadaşın abisiyle konuşuyorduk, o da benden yirmi yaş büyük, "İnsanın," dedi, "aklı otuzdan sonra başına geliyor, kim ne derse desin." Ben de, "Kesinlikle haklısın," dedim, zira bizzat deneyimine sahip olmuştum bu söylediklerinin. Sen ne olursan ol, aklın otuza kadar adamakıllı başında olmuyor. Dönüp baktığında, daha iyi, hatta çok daha iyi yapabileceğin o kadar şeyin geride kaldığını görüyorsun ki hayıflanmamak elde değil. Gelgelelim zaman geçip gitmiş oluyor, hayıflansan ne, hayıflanmasan ne.
***
İngilizlerin bir sözü varmış: "Otuz yaşına kadar hiç komünist olmamışsan senin kalbin yoktur, otuzdan sonra hâlâ komünistsen senin aklın yoktur." Tam İngilizlik bir söz, ne eksik ne fazla.İngiliz dedim, aklıma geldi. Bir zamanlar otellerde çalışırdım, garsonluk, barmenlik falan. Bir gün İngiliz gençleriyle konuşuyorduk. İçlerinden biri tezgâhın üstündeki defterimi görünce, ver de bir şeyler yazayım dedi. Verdim, yazdı. Sonra öbürleri, biz de yazacağız, dediler ve defteri elden ele dolaştırdılar. Daha sonra ne yazmışlar diye baktım. Kimi resim çizmiş, kimi e-posta adresini bırakmış, kimi de zekâ parıltılı kısa kısa şeyler yazmış. Baktım bir de şöyle bir şey var:
There is no black
in the Union Jack
Send bastards back.
Pek bir şey anlamadım, bir rock şarkısının sözleri falandır diye düşündüm nedense. Aradan üç-beş yıl geçtikten sonra bir gün kitaplığımı düzenlerken eski defterlerimi gözden geçirdim ve işte o defterimdeki bu sözlere de yeniden bakmış oldum. Ne demek istediğini de o zaman anladım. Union Jack Britanya bayrağının adı. Dolayısıyla şunu diyor: "Britanya bayrağında siyah renk yok, o halde piçleri [yani zencileri] kov gitsin." Adam defterime düpedüz faşizan şeyler yazmış da farkına varamamışım. Siktiğimin çocuğu, çok afedersiniz.
***
Şu bilim insanı dedikleri yaratığı çok seviyorum. Söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu görünce daha bir seviyorum. İklim değişecek/değişti diyorlar bunca zamandır, işte dedikleri çıkıyor. Bu yaşıma kadar görmediğim şiddette bir rüzgâr esiyor burada üç gündür. Dün akşam amcamın oğluyla dağlardaki hayvanları bile düşündük, "Tavşanlar, keklikler, kurtlar ne yapıyorlardır acaba bu havada?" dedi amcaoğlum. Gerçekten dün akşam öyle bir esiyordu ki anlatılması olanaksız. Kar yağışında da bir anormallik var bu yıl. Ben her yıl kar seviyesini bahçemizdeki bir ağaçtan takip ediyorum. Bodur bir yabaneriği ağacı, birkaç yıl önce annem köyden getirip dikmiş. Şimdi yarım metre kadar var boyu. Geçen yıl tam da bu vakitte ucu görünüyordu ağacın, bir önceki yıl karın içinde bütünüyle kaybolmuştu. Bu yılsa kökü bile görünecek neredeyse, çünkü hiç kar yok. Şehir merkezinde hiç yok ama, geçen gün köye gittim, bir metreyi bulmak üzere kar kalınlığı. Sözün kısası, iklim tepetaklak.
***
Bugün kardeşime yarıyıl tatil kitabı almak için kırtasiyeye girdim, baktım İhsan Oktay Anar'ın yeni romanı Galîz Kahraman gelmiş. Etiketine baktım, 14.50 yazıyor, İletişim Yayınları'nda indirim var mı, diye sordum, bir bakim hocam, diyerek istedi adam, verdim kitabı, arkasına baktı, size 11'e olur, dedi. Gülmek istedim ama gülemedim bir türlü. Size şu kadara olur, sözünü ben genelde kıyafet neyim alırken duyardım, kitap alırken de duyacağım varmış.Galîz Kahraman da 2014'te aldığım ilk kitap oldu.
***
Arapça kökenli bir kelime olan galiz, "Kaba ve çirkin, iğrenç" diye tanımlanıyor sözlüklerde. Kelime dedim de, eskiden bulmaca hastasıydım, epey bir zaman olmuş bulmaca çözmeyeli. Önümüzdeki haftasonu, ya da yok yok, yarın bir gazete alayım da çözeyim bulmacasını.
***
(Az önce salona bağırıp kahve istemiştim ablamdan, şimdi geldi).
***
Bir zamanlar kahve de öyle her yerde bulunmazmış. Ama hükümet özellikle İstanbul ve Ankara'daki otellerde bulundurulmasını istermiş. Yabancılara, "Kahveleri bile yok" dedirtip rezil olmayalım diye. Yorumunu size bırakıyorum.
Bir arkadaşımın babası birkaç yıl önce bilgisayar alıp eve internet bağlattığında sık sık virüslerle başı derde giriyordu. Bu virüs dediklerinin ne menem bir şey olduğunu merak edip duruyordu adamcağız, ama biz ne olduğunu bir türlü anlatamıyorduk kendisine. Hem o haklıydı hem de biz. Elimizden şöyle okkalı bir beddua etmekten başka ne gelir: Allah virüs yazanların bin belasını versin. Amin deyin.
***
Amcamın ülseri var. Geçen gün doktora gitmiş yine. Doktor, "Kesinlikle sigara yok!" demiş haliyle, ama yine de içiyor. Dün telefonla aradım, biraz da kızdım, kendini öldürecek misin, dedim. "Doktorum da sigara içiyor," dedi. Ne diyeceğimi bilemedim.
***
Bilgisayarıma geçen gün bir virüs bulaştı. Ne yaptıysam silemedim. Klasörlerin içine kendiliğinden klasörler oluşuyor aynı adla, sildikçe de geri geliyor. Virüs yazan insanların amacını anlayabilmiş değilim.Bir arkadaşımın babası birkaç yıl önce bilgisayar alıp eve internet bağlattığında sık sık virüslerle başı derde giriyordu. Bu virüs dediklerinin ne menem bir şey olduğunu merak edip duruyordu adamcağız, ama biz ne olduğunu bir türlü anlatamıyorduk kendisine. Hem o haklıydı hem de biz. Elimizden şöyle okkalı bir beddua etmekten başka ne gelir: Allah virüs yazanların bin belasını versin. Amin deyin.
***
Az önce şu yukarıdaki fotoğrafı küçültüp masaüstüne kaydettim, buraya yüklemek için. Sonra baktım Google Plus'tan bir bildirim geldi, otomatik olarak resmi yüklemiş, üstüne bir de kar efekti eklemiş. Kemal Sunal diyor ya, "Ağam eğlenir benlen," sanırım Google da benimle eğleniyor, köyde az kar varmış gibi yağdırmaya devam ediyor. Bu özelliğe Auto Awesome (otomatik harika) adını vermişler. Bugün bize basit mi basit görünüyor ama yüz yıl önce böyle bir şeyden söz edilse kim inanırdı? Demem o ki, bugün bizim hayal dediğimiz şeylerin gelecekte gerçeğe dönüşmesi işten bile değil. Ey teknoloji, sen nelere kadirsin!
***
Dün geceyi kuzenimin evinde geçirdim. Sabah kahvaltıda gözüm reçele ilişti. Tadına baktım, ev yapımı kuşburnu reçeliymiş. Ekşi. Önce ekmeğe sürerek yedim biraz. Sonra baktım benden başka kimse yemiyor, aldım bir elime reçel tabağını, öbürüne çay kaşığını, başladım kaşıklamaya. Kuzenimin eşi de sevinmeye başladı haliyle, reçelim beğenildi, diye. Ben hızımı alamayıp önümdeki çaya bir-iki kaşık reçel atıp karıştırmaya başlayınca herkesin beni izlediğini fark ettim, sofra da kalabalık sayılırdı. Delirdi herhalde, diye düşünüyor olmalıydılar. Bereket versin, yabancı kimse yoktu. Halbuki ben bünyemi kuvvetlendirmenin derdindeydim. Malum, bu soğuk havalarda herkes hasta, kuşburnuysa bu mevsim kırıklıklarına karşı birebir. Koruyun kendinizi.
***
"Güneşin sıcacık parladığı, rüzgârın soğuk estiği o mart günlerinden biriydi:
açıkta yaz, gölgede kış olan günlerden biri."
demiş Charles Dickens.
Bakalım bu yıl mart nasıl geçecek.
Kim ne derse desin, ömrün en güzel on yılıdır 30 ile 40 arası, en az 25 e kadar süren eğitim debelenmesi ve izleyen 5 yılda da süren iş bulma ve alışma çabaları artık nihayete ermiş, geleceğe ilişkin birşeyler yapma uğraşları yerini şuan için birşeyler yapmaya bırakmıştır. Üstelik 40 dan sonranın tersine henüz sağlık problemleri, çabuk yorulmalar ve biraz daha yaşlanmanın getirdiği olumsuzluklar henüz başlamamıştır. İyidir otuzlu yaşlar. 40dan sonra ise zamanın akışı çok daha hızlanıyor :)
YanıtlaSilMerhaba semiaa, hoş geldin. Bu soğuk kış günü bu güzel haberin içimi ısıttı. Umarım sen de bugün güzel bir haber alırsın. :) Demek ki önümüzdeki on yıl harika geçecek. Eh, ben hazırlıklara başlayayım o vakit. Kırktan sonrasınıysa iyisi mi şimdilik hiç düşünmemek. :)
SilSağlıkla, sevgiyle...
:)))
YanıtlaSilN.Narda
Adını yazmasaydın da bu gülüşten anlardım sen olduğunu. ;)
Siltabi tabi :)
YanıtlaSilValla. :)
SilGörmemişim ben bunu. Çok güzel, çok canlı yazılmış. " Çıplak" oturulmuş masaya belli...
YanıtlaSil:))
SilAma bişi diycem, demesem daha iyi belki, sonuçta bana ne! Ama insan bloglarını okuduğu insanları, en azından ben, " tanıdık" sıfatını uygun görüyor, öyle olunca da ne bileyim şöyle dese, böyle demese gibi bişiler düşünebiliyor. Yok, demim ben en iyisi!
YanıtlaSilSanırım mesajını aldım. :)
Sil