17 Mart 2014

Kitap Hırsızı

Basit bir gerçek: hepiniz öleceksiniz.
Tüm çabalara rağmen 
hiç kimse sonsuza dek yaşamaz.
Keyfinizi kaçırdığımın farkındayım,
kusura bakmayın.
Size tavsiyem,
zamanı geldiğinde korkmayın,
zira, korkunun ecele faydası yok.

Son zamanlarda sinemada olup bitenleri pek takip edemiyorum. Eskiye göre de oldukça az film izliyorum. Bir arkadaşım geçen gün Kitap Hırsızı'ndan söz edince ben de, getir izleyeyim, dedim. Adını duyar duymaz gözümde hemen kitap tutkunu, okuma müptelası biri canlandı. Herhalde her gördüğü kitabı okumak isteyip de parası olmayan biri boyuna çalıp okuyordur, diye düşündüm. Çok da merak ettim. Çünkü daha önce hiç bu konuda bir film izlememiştim.

Beklediğim gibi çıkmasa da fena film sayılmaz Kitap Hırsızı. Söylediğim gibi, adından ötürü filmin ekseninde ha bire oradan buradan kitap çalan birinin olduğunu düşünmüştüm, halbuki film Nazi Almanyasına odaklanıyor. O dönemi anlatan filmlerden çokça aşina olduğumuz sahneler var bunda da. Örneğin Piyanist'te bombardımana tutulan caddenin bir benzeri var sonlara doğru. Kitap hırsızlığına gelince, ilkokul öğrencisi bir kız, valinin evinden iki-üç kez kitap çalıyor, hepsi bu. Üstelik de çalmadığını, ödünç aldığını düşünüyor.
.
Yıl 1938. Hitler dönemi Almanyasında halk zor günler geçirmektedir. Yahudiler her görüldükleri yerde yaka paça götürülürken rejim karşıtı olan Almanlar yaşamlarını korkuyla sürdürmektedir. Filmin hemen başında, biri kız, biri erkek iki çocuğuyla bir trende yolculuk eden üzüntülü, düşünceli bir kadın görürüz. Kadın, rejimden kaçmak zorunda olan biridir, bu yüzden çaresiz, çocuklarını evlatlık vermek zorunda kalmıştır, ve işte şimdi onları evlat edinecek çiftin oturduğu şehre götürmektedir. Ancak çocuklardan erkek olan daha küçüğü hastadır ve yolculuk bitmeden oracıkta, annesinin kucağında, ablasının, Liesel'ın gözü önünde ölür. Yol kenarında bir mezarlığa gömerler. Gömüldüğü sırada mezarı kazan iki adamdan birinin cebinden bir kitap düşer. Liesel, kitap kendisininmişçesine alır ve annesinin ardı sıra oradan ayrılır. Daha sonra sorulduğunda, kardeşimin kitabıydı, diyecektir.
.
Kız, bir görevli tarafından yeni anne ve babasının; fakir, çocuksuz, yaşlıca bir Alman çift olan Hans ve Rosa Hubermann'ın yanına getirilir. Hans babacan, iyi yürekli, sevgi dolu bir adamdır, karısı Rosa ise aslında iyi ama biraz sert mizaçlı biridir. Liesel, yaşamının geri kalanını gerçek annesini özleyerek onların yanında, onlara anne-baba diyerek, adı pek ironik bir biçimde "Cennet Sokağı" olan o sokakta geçirecektir. Hemen okula verilir. Okulda okuma-yazma bilmediği fark edilir. Çocuklar onunla alay ederler. Küçük yaşına rağmen bunu gururuna yediremez ve bir an önce okumayı öğrenme isteği canlanır. Şansı vardır ki, bu isteğini fark eden yeni babası Hans ona okuma öğretir.

Bir gece, Nazilerden kaçan genç bir adam, kendini sığınabileceği tek yere, Hans'la Rosa'nın evine atar. Bu kişi, yıllar önce bir savaşta Hans için canını feda eden bir Yahudi'nin oğlu Max'tır. Hans ve Rosa da babasına olan minnet borçlarından ötürü kendilerini tehlikeye atma pahasına onu bir süre evlerinde; önce Liesel'ın odasında, daha sonra da bodrumda saklarlar. Bu süre içinde Liesel'la Max'ın samimi arkadaşlıklarına tanık oluruz. İkisi de rejimin kurbanı olmuşlardır.

Bütün Almanya'da olduğu gibi onların kentinde de Hitler'in doğum gününün resmi törenlerle kutlandığı bir gece, kutlamalarla birlikte binlerce kitap da yakılır. Tören sona erip ortalıktan el ayak çekilince Liesel yanmaktan kıl payı kurtulmuş bir kitabı alıp koynuna saklar. O sırada kentin valisiyle karısı da resmi arabalarıyla oradan ayrılmaktadır, işte o anda valinin karısı Liesel'ın kitabı aldığını görür. Bir gün Liesel valinin konutuna çamaşır götürünce annesi Rosa çamaşırcılık yapmaktadır valinin karısı onu tanır. Çok iyi kalpli bir kadındır bu, "Demek kitapları seviyorsun," diyerek Liesel'ı kütüphaneye götürür. Hayatında hiç bu kadar kitabı bir arada görmeyen Liesel heyecanlanır, rafların birinden aldığı bir kitabı okumaya başlar.

Mevsim kıştır. Max ağır bir hastalık geçirir. Baygın bir halde günlerce yatar. Onu ayakta tutan, ölmesine engel olan yine Liesel olur. Valinin konutuna gizlice girerek kütüphaneden kitap çalar, eve getirip okur. Olabildiğince meraklı, okumaya âşık biridir. O okurken, yanında baygın yatan Max da aslında onu dinlemektedir. Böylece kimi kimsesi kalmayan Max yaşama tutunmuş olur.

***
Filmde bana en ilginç gelen şey, Ölüm'ün anlatıcı rolünde olmasıydı. Yazının başındaki alıntı da ona ait. "Basit bir gerçek: hepiniz öleceksiniz," diyen, ölümün ta kendisidir. Ancak bu, alışkın olduğumuz ölüme pek benzemeyen bir Ölüm'dür, "Kural olarak yaşayanlardan uzak dururum," diyen de kendisidir. İlginç, değil mi?
***
Annesi Almanya, babası Avusturya göçmeni olan Avustralyalı yazar Markus Zusak'ın 2005'te yayımlanan aynı adlı romanından yönetmen Brian Percival tarafından sinemaya uyarlanan Kitap Hırsızı'nın keşke önce kitabını okusaydım, diye hayıflandım. Uyarlama bir film ne kadar başarılı çekilirse çekilsin, asla kitabın yerini tutamaz. Buna iyiden iyiye inandırmışım kendimi. Yine de filmi izlemenizi öneririm, güzel film.

5 yorum:

  1. Yazıyı okuyunca aklıma Ray Bradbury'nin "Fahrenheit 451" i geldi. 1966 yılında filmi çekilmiş bu kitabın aslında. Ancak ben kitabın şu anki teknolojiyle çok daha iyi olabileceğini düşünüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selam Şenay, nasılsın? Fahrenheit 451'i okumak istiyorum, bakalım ne zaman... İyi ki filmini henüz izlemiş değilim.

      Uyarlama filmler, adı üstünde, uyarlama, yani önce kitap çıkıyor, sonra da filme çekiliyor, dolayısıyla da önce kitabı okumalıyız diye düşünüyorum. Elbette günümüz teknolojisiyle harika filmler yapılabilir, yapılıyor da. Benim takıldığım nokta başka. Uyarlama bir film teknik olarak kitabın altında kaldığı için değil, bir kitabın tamamını iki saatlik bir filme sığdırmanın olanaksız olduğunu düşündüğümden ötürü filmi izlemeden önce kitabı okumanın gerekli olduğunu söylüyorum.

      Sevgiler...

      Sil
  2. Merhaba Harun, iyiyim teşekkürler. Fahrenheit 451'in filmini ben de izlemedim, kitabı en kısa sürede okumanı öneririm.
    Aslında ben bir süre önceye kadar okuduğum kitapların filmini izlemeye, izlediğim filmlerin kitaplarını okumaya pek sıcak bakmıyordum. Hayalimdeki karelerden farklı sahneler görme fikri hoşuma gitmiyordu. Okuduğum birkaç kitabın filmini izlediğimdeyse fikrim yavaş yavaş değişti. Beğendiğim bir kitabın filminin nasıl olabileceğini merak etmeye başladım.
    Teşekkürler :)

    YanıtlaSil
  3. Kitabı geçen sene okumuştum. İstanbul film Festivali'nde izlemek için bilet hazır. 11 Nisanı bekliyorum =)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba rebelsea, hoş geldin. Şimdiden iyi izlemeler dileyeyim o zaman. Sevgiler.

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git