15 Kasım 2014

Karamsarlık

Suların bir süre akmaması gibi bir şeye mi benzetmeli bilmiyorum, insan bazen durgun bir ruh haline bürünüyor. Kesinlikle istenmeyen bir ruh hali. O yüzden bir an önce etkisinden kurtulmak gerekiyor. 

Gerekiyor gerekmesine de nasıl? Elden pek bir şey gelmez ki. Düşünmekten başka. İşin kötü yanı, düşünmek de pek fayda etmez böyle durumlarda. Hatta, fayda etmek şöyle dursun, işi daha bir karmaşıklaştırır. Zaten zihnimizin de ara ara tatile ihtiyacı yok mudur? En basit düşünceye bile kapatılması gerekir ki kendine gelsin. Beyin bir yerde, makine değil. Kaldı ki, makine bile dinlenmek zorundadır. 

Rahmetli Hasan Amcamız, "Şu insanlar," derdi, "hastalandıkları zaman gidip yorgan-döşeklerden medet umup yatıyorlar." Sonra da eklerdi: "İnsan hastalandığında yatmaz, bilakis gidip usul usul çalışır ki çabucak iyileşsin." Evet, oldukça değişik bir yaşam felsefesine sahipti Hasan Amca. Bu görüşleri de pek çoklarınca tuhaf karşılanacaktır biliyorum. Ne ki, bu sözleri öylesine kestirip atarcasına değil, fakat sahip olduğu o yaşam felsefesinin bir gereği olarak söylerdi. Çalışmaya inanırdı zaten. Az konuşur çok çalışırdı. Ömrü boyunca çalıştı. Hep de kendi bağında bahçesinde, tarlasında. Başkalarının işinde çalıştığına nadiren tanık olunmuştur.

Ben ilk gençliğime vardığımda Hasan Amca artık iyice yaşlanmıştı. Şimdi en çok da onunla yaşam üzerine uzun uzadıya sohbetler edememiş olmaya hayıflanıyorum. Elden ne gelir? Belki onda böylesi kara bulutlu ruh halleri için bir çare de vardı, kim bilir. Gerçi çalışmak derdi ona da.

Böyle zamanlarda hep aklıma gelir, kimdi şu, "Belki de bu dünya başka bir yaşamın cehennemidir," diyen adam? Sahiden de olabilir ha. Neticede "öbür dünya" dedikleri yer hakkında aslında o kadar bilgimiz yok. Peki, bu dünyanın da başka bir öbür dünya olmadığı ne malum? Bazen inanmıyor değilim, galiba dünyalar hep birbiri ardına geliyor. Bu dünyada bedenimizi bırakıp başka birine gidiyor, ruhumuzu yeni bir bedene koyup bir süre de orada yaşıyoruz. Sonra oradan da yine başka birine. Böyle sürüp gidiyor. Çok mantıklı değil mi?

Yalnız, işin içinde bir tezatlık da var. Karamsar ruh hali gündüz vakti daha bir etkili oluyor. Karanlık basıp da ortalıktan el ayak çekildi mi karamsarlık bir nebze azalıyor sanki. Belki de bana öyle geliyordur, ne bileyim. Gece oldu mu karamsarlığı tavana vuranlar da vardır belki.

Karamsar kelimesinin kökü kara'dır. Kara olan her şey talihsizdir. İnsanlık, kara olanı kötüleyip küçümsemiştir. Kara kedi buna en güzel örnektir. Buna karşılık, ak olan her şey yüceltilmiştir. Halbuki kara yoksa ak da yoktur, bu çok basit bir yasadır. Yanında kara olmasaydı ak da olmayacaktı gayet tabii. Şu halde karamsarlık da sandığımız kadar kötü bir şey olmayabilir mi acaba? Üzerine düşünmekte çok yarar var bence. En azından avunmuş oluruz böyle düşünmekle. Karamsarlık aslında kötü bir durum değildir diye kendimizi inandırmaya çalışırız.

Her şey bir yana, insan yazı da yazmak istemiyor karamsarlık zamanlarında. Çalış, geçer derdi Hasan Amca. Ama bu yazı yazma işi de öbür işlere benzemez ki. Diyelim elinde kürek, bahçede çalışıyorsun, her hâlükârda yaptığın iş aynı, o anki ruh halin ister durgun olsun ister şen şakrak. Ama yazmak öyle mi, kıymetsiz bir blog yazısını bile insan neşeli bir ruh haliyle yazmak istiyor vallahi.


Gene de yaşam devam ediyor ya...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git