14 Aralık 2014

Bir çocukluk anısı

Babası memur olarak küçük bir kasabaya atanmış. Güzel bir kasabaymış. Kısa sürede burayı sevdiğini anlamış. Küçük, şirin, kendi halinde bir yermiş çünkü. Dilediği kadar gezip tozabiliyormuş. Güzel bahçeler, trafiksiz yollar, sokaklar varmış. Hiç kimsenin henüz dokunmadığı, kıyısında değil bir tesisin, bir kulübenin dahi bulunmadığı deniz bile beş-on dakikalık mesafedeymiş, üstelik boylu boyunca, tüm maviliğiyle kasabanın ayakları altındaymış. 

Her gün kasabanın ayrı bir köşesini keşfediyormuş. Ne kadar çok güzel bahçe varmış bu yerde! Bir gün yine böyle keşfe çıkmış tek başına. Bir bahçeden öbürüne atlamış. Ondan da başka birine. Bakmış ki yerde küçük bir kavun duruyor; elmadan büyükçe. Sevinmiş. Eline almış. Pek de güzel kokuyormuş. Isırmaya başlamış. Kabuğu sertmiş ama ısırmaya mani olacak kadar değil. Tadı hoşuna gitmiş. Tam o sırada bir tanesine daha ilişmiş gözü. Ardından birine daha. Birine daha, birine daha derken, bakmış ki bahçe kavun dolu; âdeta kaynıyor. O kadar sevinmiş ki... Nasıl olmuş da o güne kadar o bahçeden haberi olmadığını düşünmüş. Bir yandan da epey şaşırmış, daha önce bu türden bir bahçeyi hiç görmemişmiş çünkü. "Günlerce, haftalarca yiyebileceğim kavunum oldu," diye söylenmiş sevinçle. 

İlerlemiş bahçenin içinde. İlerledikçe şaşkınlığı artmış. Ağacı azmış bu enteresan bahçenin ama her yerinden bildiğin kavun fışkırıyormuş. Elindeki azını yediği kavunu atıp yeni bir tane koparmış. İşte tam o sırada bir hacı amcanın kızgınlıkla ona bağırdığını duymuş: "Heey, çocuuk! Çabuk çık bostanımdan, gelirsem görürsün! Kimin oğlusun sen bakalım?.."


Bir arkadaşımın çocukluk anısı.

2 yorum:

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git