4 Aralık 2014

Notes d'Angora

Bir kimse yaşadığı yerden enikonu sıkılmışsa her nereye giderse gitsin –taze bir hava solumak bakımından– orası ona iyi gelir. Angora da elbette bana iyi geldi. Gelgelelim, göz açıp kapayıncaya değin bir baktım yine kürkçü dükkânındayım; hepi topu üç gün. Eh, ne yapalım, misafir umduğunu değil bulduğunu yer.
*
Misafirperverliğiyle beni mahcup eden sayın ev sahibime çok teşekkür ederim. Bana kenti gezdirdiği için de ayrıca teşekkür ederim.
*
Angora ilginç bir kent. Her bakımdan. Büyük bir kentin her türlü imkânını barındırıyor ama yabancısı olsanız bile size kendini hemen hissettiren bir boğuculuğu, bir kasveti var. Angora'nın insanlarını biraz yadırgadım mı ne, herkes yabancı. Sokakta, caddede, kafede, metroda, otobüste karşılaştıklarınız hep yabancı. İnsanların alnında "yabancı" yazıyor büyük harflerle. Kentte insan çok fakat Angoralı yok. Toplama bir kent. Gözüm bir "yerliyi" aradı durdu ama nafile. Herhalde gündüzleri pek ortaya çıkmıyorlar diye yorumladım, ne yapayım. Çöpçülerini çok beğendim Angora'nın. Başka şehirlerde çöpçülerin kendilerini ezik hissettiğini seziyor insan, burada böyle bir şey yok. Yol sormak filan gerektiğinde çöpçülere sormayı tercih ettim. Bu cümleden sonra şehrin temiz olduğunu söylememe gerek yok. Angora temiz olmasına temiz de, yeşilliği az. Yani içinde yaşayan insan sayısına nazaran hiç yeterli değil. Bir de burası bir payitaht; eloğlunun payitahtlarındaki yeşilliği düşününce Angora'ya acıyor insan.

Angora'nın bir Anadolu kasabasına benzemesini sağlayan kapıları var. Çok ilginç. Bir yıl kadar önce yapıldılar, televizyonda bile çıktı, göreniniz olmuştur. Kentin beş girişine kapılar yaptırmışlar. Bir-iki tanesini geçen baharda geldiğimde de görmüştüm, yine gördüm, yine yadırgadım. Anadolu kasabası benzetmesi bana ait değil, kendisi de Angora'da yaşayan yazar Gürsel Korat yazmıştı birkaç ay önce. Sahiden de Anadolu'da pek çok ilçe, kasaba, hatta köyün girişinde falanca kasabaya, filanca köye hoş geldiniz gibisinden şeyler yazar. Daha dün komşu ilçeye gidip gelirken yol üzerinde Bayramlı Köyü'yle Aydınlar Beldesi'nin kapılarının yanından geçtim. Konya-Afyon-Denizli-Aydın hattında bunlardan istemediğin kadar var. Fakat arkadaş, işin içine ülkenin payitahtı girince hakikaten tuhaf bir şey çıkıyor ortaya. "Şehir kapısı" kavramı bile tarihi bir şey. Diyarbakır'da Dağkapı, Mardinkapı filan var örneğin. Yıl olmuş milattan sonra iki bin on dört, kalkıp milyonluk şehre kapı taktırırsanız enteresan olur tabii.
*
Angora'nın denizinin olmaması içinde yaşayanlar için bir talihsizlik. Bir şehirde illa deniz olacak diye bir kaide yok tabii, ne var ki, beş milyonu aşkın nüfusu varsa keşmekeşte boğulmak da kaçınılmaz oluyor. İşte bunun için de deniz büyük bir nimet. Ama son tahlilde yoksa yoktur, neylersin.
*
Nihayet buna sıra geldi.
Dilediği kitabı bulabiliyor olmak insana güzel şeyler hissettiriyor. Angora'da büyük ve ünlü kitabevleri var haliyle. Üç günlük zamanımızın şöyle onda bir kadarını kitabevlerinde geçirdik diyebilirim. Bir liste yapmıştım gitmeden. Daha doğrusu, bilgisayardaki okunacaklar listesinden on kadar kitabın adını yazıp cebime koymuştum alırım diye. Beş-altı tanesini aldım. Sel Yayıncılık'ın sahibini tanıyorsanız lütfen söyleyin, son yıllardaki yayın çizgilerini, yayımladıkları kitapları takdir ediyorum fakat fiyatları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, biraz indirsin. YKY'nin de fiyat politikasını kendilerine yakıştıramadığımı belirtmek isterim. Kitabevi, yayınevinin kendisine ait olunca haliyle biraz indirimli satmaları icap eder. Öyle de yapıyorlar zaten. Mesela Kızılay'daki kitabevinde her kitapta yüzde yirmi indirim var. Üstünde yirmi lira yazan kitabı on altıya alabiliyoruz. Gelgelelim başka kitapçılarda aynı kitap indirimsiz satılıyor, fakat etiketinde on altı lira yazıyor, aynı hesap. İş Bankası Kültür Yayınları kitapları daha iyi fiyata satıyordu sanki. İki yıl önce neredeyse her hafta Mardin'e gidip gelirken yolumun üstü Diyarbakır'daki şubelerine uğruyor ve kitap alıyordum. Fiyatları biraz artmış gibime geldi. Dost Kitabevi'nde Dost Yayınları'nın fiyatlarını da hiç beğenmedim. İş Bankası çok güzel çocuk kitapları çıkarıyor bu arada, söylemeden geçmeyeyim.
*
Kentlerin en ünlü yerini pek sevmem. Dolayısıyla Kızılay'ı da hiç sevmedim. Birkaç kez gitmiştim, bu gidişimde de fikrim değişmedi. Kitapçılar filan da olmasa gidilecek yer değil. Kızılay'ın diğer büyük kentlerdeki muadilleri için de fikrim aynı. Böyle yerlerde kaldırımlardan insan, asfalttan araba fışkırıyor, benim gördüğüm bu. Başka şeyler gören de vardır muhakkak.
*
Kuğulu Park güzel. Kuğular da çok güzel. Ama keşke park büyük olsaydı da ortasında da kocaman bir göl olsaydı. Kuğuların canı o küçücük havuzda çok sıkılıyordur, buna eminim. Eski bir park olduğu ağaçların kalınlığından belli. Acaba kaçıncı kuşak kuğular yaşıyor şu anda? Merak ettim ister istemez. Bundan da çok, kuğuların sürekli burada yaşayıp yaşamadığını merak ettim. Civcivlikten yaşlılığa kadar bu daracık yerde ömür sürmek nasıl bir şey acaba?
*
Tunalı Hilmi Caddesi'nin adını duymayan yoktur. Ben herhalde ilk olarak çocukluğumda duymuşumdur. Neden bu kadar ünlü olduğunu anlamış değilim. Türkiye'nin her yerinde görebileceğiniz türden bir cadde.
*
Angora Sanat Tiyatrosu bu yıl 52. yılını kutluyormuş. Kaç yıllık bilmiyorum ama eski bir binası var. İçi de güzel. Halktan Biri adlı oyuna gittik. Çok beğendim. Bir politik komedi. Amerikalı oyun yazarı Sam Bobrick'in bir oyunu. Bush'un başkanlığını kıyasıya yeriyor. Baştakiler değişse de kendi halindeki halkın dünyanın her yerinde birbirine ne kadar benzediğini anlıyor insan bu oyunu izleyince. Yazar, kendi internet sitesinde şöyle bir not düşmüş: "Bu oyunu George Bush'un ikinci seçilişinin hemen başında yazdım. Onun küstahlığına, sahtekârlığına, beceriksizliğine ve halka hakaretlerine artık tahammülüm kalmamıştı. Bana göre, yazdığım en iyi oyunlardan biri bu." Angora'da yaşıyorsanız görmenizi tavsiye ederim. Başka kentlerdeki tiyatrolara da gider büyük olasılıkla. 
*
Milli Kütüphane'ye de gittik gitmesine ama yarım saat ya durduk ya durmadık. İlk gidişimdi. Akşam olmasına rağmen çalışma salonları dopdoluydu. Çalışanların büyük çoğunluğunun, hatta tamamının üniversite öğrencisi olduğu hemen anlaşılıyordu. Malum, vize dönemleri... Kütüphanenin binasını fotoğraflardan çok görmüştüm, canlı hali daha kötüymüş. Bilmeyen birine gösterseniz, kırk yıl dursa orasının bir kütüphane binası olduğunu anlayamaz.   

Bina demişken, Angora'da en çok Alman Büyükelçiliğinin binasını beğendim. Şaka değil. Kızılay'dan Kuğulu Park'a yürüyerek gidiyorduk. Binanın çatısını görür görmez, bu Alman çatısı dedim, baktık sahiden Alman Büyükelçiliğiymiş. Çok güzel bir bina. Hakikaten de göz var izan var kardeşim. Demek ki Almanlar gittikleri yere mimarilerini de götürüyorlar. Kültür tam olarak budur işte. Bizde de, biliyorsunuz, birkaç yıldır cami mimarisiyle okul yapılıyor. TOKİ ülkenin her yerine aynı planda okullar yapıyor. Tek eksikleri minare. Halbuki çok basit bir gerçek göz ardı ediliyor. Cami mimarisi camide güzel durur. Alıp okula uyguladığınızda ortaya saçmasapan bir şey çıkıyor. Evini cami mimarisiyle yapanlar da var ya hani, estetikten ancak bu kadar uzaklaşılabilir.
*
Birkaç kez Moskova Metrosundan söz açıldı. Bendeniz böyle şeylere biraz ilgiliyim. Wikipedia'yı açıp dünya metrolarının haritalarına bakmak, onları karşılaştırmak gibi şeyleri hep yaparım. Hiç gitmemiş olsam da Moskova Metrosunun ününü az buçuk biliyordum. Hani, karşılaştırmak isteyen olur diye kolajını yaptım. Başkaca yorum da yapmıyorum bu konuda.

***
Angora notları epey dağınık oldu, farkındayım. Elimden bu kadarı geldi, zihnim biraz dağınık, kusura bakmazsınız umarım. Yılda bir-iki kez böyle oluyor, dağınıklık mesaisine giriyorum. Angora, sözün en başında da dedim, kısacık da olsa iyi geldi. Bakalım bir sonraki taze havayı ne zaman nerede soluyacağım.

7 yorum:

  1. Kisa oldugu icin iyi gelmistir :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu kısa cümleden Angora'nın sana da ne kadar iyi geldiği rahatlıkla anlaşılıyor. :))

      Sil
    2. Yaa.
      Kankama dedim tiyatoraya gidelim diye, o gelmezse ben gitcem.

      Sil
    3. Git tabii, arkadaş gelmiyorsa gelmesin. :)
      Sevgiler...

      Sil
  2. Evet, Ankara notları olmuş. İyi de diyebiliriz:-) Ama bir şey eksik sanki yazıda. Bilemiyorum, belki "duygusu" Ya da eksik değildir, böyledir.

    Ben kısaca, Angora şarabı Melen'den daha iyidir demek istiyorum.
    Aslında uzunca Ankara ile ilgili ilk gördüğümde ve sonraki görüşlerimdeki izlenimlerimi yazacaktım ben de ama vazgeçtim.
    Hayatla kal...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Söylediklerine katılıyorum Aze. Katıldığımı da yazının son paragrafında teyit ediyorum zaten. :) Dağınık oldu. Kafamı toparlamak için bekleyebilirdim ama üzerinden fazla zaman geçmesin istedim.
      *
      Neden vazgeçtin acaba, yazsaydın keşke? Belki kendi bloğunda yazarsın.
      Sevgiler...

      Sil
    2. Çok uzun uzun yorum yapmayayım dedim. Evet, kendi bloğumda aklımda îlan bir sürü kent var, Ankara da bunlardan biri. Ama ben Ankara'yı seviyorum şimdilik. Yapacak bir şey olmamasını, az seçenekliliğini (seçmesi kolay oluyor) sakinliğini, az insanlığını seviyorum ki kalabalık aslında. Istanbul'a nazaran hep bunlar.
      Bu şehirde şehirle mücadele etmen gerekmiyor. :)
      Hayatla kal.

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git