16 Ağustos 2014

Le vent nous portera

Bugün de hiçbir şey yazmasam mı? İyi fikir gibi duruyor. Hem ne yazacağım? Her zaman söyleyecek bir şeyi olmadığı gibi, her zaman yazacak bir şeyi de olmayabiliyor insanın. Tabii, insan bu yani, fazla üstüne düşmemek gerek, bilgisayar değil neticede. Ama bazı insanlar var ki her zaman söyleyecek bir şeyleri, hatta çok şeyleri oluyor. Hayret ediyorum öylelerine. Bir tür yetenek mi bu acaba, yoksa bildiğin boşboğazlık mı? Ama işte, ben de tam olarak onu söylüyorum zaten, boşboğazlık dediğin şey de bir yetenek olmasın sakın? Bunu enikonu düşünüyorum bazen. Yetenek olabilir sanki. Çünkü herkesin yapabileceği bir şey değil. Pek çok kimsenin oradan buradan tanıdığı böyle birileri vardır muhtemelen. Her ortamda konuştukça konuşabiliyorlar. Ben yeltensem yapamam böyle bir şeyi. Kendimi zorlasam dahi yapamam. Yer-zaman adamıyım galiba ben, yerine ve zamanına göre çok konuştuğum olur, çene düşüklüğü derecesine geldiğim bile görülmüştür, örneğin yakın arkadaş ortamında, ama ağzımı hiç açmadığım da olur. Öyle ki, bazen kendime şaşırırım, bu ben miyim, diye kendime sorarım. 

Yalnız yaşayan, yalnızlığından bezip evcil hayvan besleyen insanlar acaba hiç hayvanlarıyla konuşuyorlar mıdır? Merak ediyorum çok.

İleride ben de evcil hayvan olarak bir at beslemeyi düşünüyorum. Öyle kolay olabilecek bir şey değil elbette ama deneyeceğim. Kırklı yaşlarımda olabilir. Evcil dediğim, evin içinde değil elbette, ahırında besleyeceğim atı. At zaten evcil bir hayvandır. Bir iş hayvanıdır ama ben herhangi bir iş için değil yalnızca binmek için kullanacağım atımı. Bir şeyi kafaya koymak iyidir, bakıyorsun zamanı geliyor hakikaten yapılıveriyor. Çünkü kafadaki şey insan farkına varmadan yavaş yavaş plana dönüşüyor ve günü gelince de programlanıp yapılıyor. Benim bu at besleme işi de bir-iki yıldır aklımda. Bir gün şöyle güzel bir atım olursa onunla konuşuruz da belki. Ama keşke şimdi de bir atım olsaydı.

Biz insanlar konuşmanın çok ilkel bir biçimini kotarıyoruz. Hayvanlarsa bizden çok çok ileride. Örneğin kelimelerimiz, cümlelerimiz hep birbirinden ayrıştırılabiliyor. "Ağaçta elma var," dediğimiz zaman ağaçta, elma ve var kelimelerini rahatlıkla birbirinden ayırabiliyoruz. Hatta her kelimenin harflerini bile. Elma'nın e'sini, l'sini, m'sini, a'sını birbirinden ayırmak hiç de zor değil. Bilmediği bir dilin kelimelerini bile ayırabilir çoğu insan. Oysaki hayvanlar birbirleriyle konuştuklarında biz o konuşmanın iki kelimesini bile ayırt edemeyiz. Mesela bir koyunla kuzusu konuştuklarında biz ancak ve ancak "Meeeee" sesleri duyarız. Halbuki onlar birbirlerine bir şeyler söyleyip anlatıyorlardır o esnada. Kuşlar da birbirleriyle konuştukları zaman bizim duyabildiğimiz sadece cıvıltılardır. Ama onlar da aynı şekilde bir şeyler anlatmaktadırlar birbirlerine. Gelmek istediğim yer belli; konuşmak için ne kadar çok kelimeye ihtiyaç duyuluyorsa konuşulan dilin o kadar ilkel olduğu ortaya çıkar. Ağaçta elmanın var olduğunu biz üç kelimeyle anlatabiliyoruzken bir kuş tek bir cik'le anlatabiliyor. Hangisi daha ileri? Tabii ki kuşunki. Acaba diyorum, gelecekte, mesela üç bin yıl sonra, insan dilleri de böyle olabilir mi? Ağaçta elma var gibi çok çok basit bir yargıyı belirtmek için üç kelime harcamanın her bakımdan israf olduğu sonucuna varıp bunu tek bir kelimeye, hatta tek bir heceye indirebilir miyiz? Belli olmaz, bekleyip göreceğiz, bakarsın oldu böyle bir şey.

Hiçbir şey yazmasam mı derken bugün de bir şeyler söyledim bak. Açıkça şunu demeye getiriyorum, günü kurtardım. Hadi o zaman, başlasın şenlik. 

Sert bir rüzgâr esiyor şu anda. Balkona çıkıp kendimi rüzgâra bırakayım. İnsanı alıp götüren rüzgârlar da artık esmiyor ya...

12 yorum:

  1. Herhalde en güzel yol şarkısıdır.. "Le Vent Nous Portera."
    (...)
    your message to the big bear,
    and trajectory of its orbit.
    a snapshot of velvet,
    even if it doesn't help anything, don't worry
    the wind will carry it.
    everything will dissappear but
    the wind will carry us...
    ...
    Ne diyelim, yolun açık olsun her daim :-)
    Bir şeyi kafaya koymak kesinlikle oluşuna giden bir yoldur, çok denedim, çok oldu. Olumlu ya da olumsuz öyle...
    Az konuşmak iyidir bence de:-), söyleyecek çok sözü olanlardan korkmalı...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Aze. Hiç yolda dinlemedim bunu, aklımda bulunsun, ilk yolculuğumda dinleyeceğim. :) Gerçi, bir ara arabada dinlemiştim ama kısa mesafeleri yolculuktan saymak olmaz. Güzel bir parça. Müziği çok hoş.

      Teşekkür ederim, senin de yolun açık olsun. Gerçi gitmek istiyor musun, istemiyor musun bilmiyorum, yine de açık olsun tüm yollar.
      Selamlar...

      Sil
  2. babamı hayatında ilkdefa görüp, 2saat muhabbete kitleyen arkadaşlarım var. artık babam benle değil arkadaşlarımla içiyor içkisini. susmuyorlar bi türlü. bende kenarda oturuyorum. zor iş sürekli konuşmak.
    velhasıl sokrates başkan özlemişim yazılarını. eski blogumdan takipteydim de uzun zaman oldu yoktum ortalıkta.
    hadi eyvallah

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba blogdaş, hoş geldin. Teşekkür ederim. Eski bloğun hangisiydi ki, belki ben de seni takip ediyordum? Yeni bloğunuzda da başarılar dilerim. Yedi kişisiniz madem, ortaya iyi bir şey koymaya çalışın, naçizane tavsiyem.

      Babana selamlarımı söyle. Çok konuşması kendisinden mi kaynaklanıyor, senin arkadaşlarından mı? :)
      Selamlar...

      Sil
    2. mokoko ben şimdi de oldum mınako :)
      babam rakıyı doldurdu mu konuşmaya başlıyor, arkadaşlar doğuştan yetenekli

      Sil
    3. Evet, hatırladım. Bir kedi fotoğrafın mı vardı ne?
      Babanı değil de arkadaşlarının doğuştan yetenekleri rakıyla buluşunca onlara ne olur acaba, mesaj ettim. :-)

      Sil
  3. Merhabalar; yazının başlığını görünce hemen okudum çünkü bu şarkıyı öyle çok severim ki, bana yolculukları anımsatır. Dinlemediyseniz mutlaka dinlemenizi tavsiye ederim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Filpaye, hoş geldin. Evet, şarkı güzeldir, ben de çok severim.
      Yine bekleriz, selamlar…

      Sil
  4. Küçükken bir kediyle ilgilenirdim her yaz. Bu kediler farklı oluyordu tabi mahalledeki kedilerden evleri bizimkine yakın olanlardan seçerdim. Sesli konuşmazdım onlarla ancak ne hissettiğimi ve ne düşündüğümü anladıklarını düşünürdüm hep.
    Konuşma konusunda ben de aynı senin gibiyim. :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de dün eve giderken bir yavru kedi bulmuş birkaç çocukla karşılaştım. Herkes kedi benim olsun diyor, sonra biri, "Her gün birimizde kalsın," dedi. Geçip gittim, ne karar aldılar acaba?
      *
      Kedilerle ilgili çok söylenti var. Özellikle yabancı dilde çokça kitap da var, sahiplerini anladıklarını söyleyenlerin sayısı az değil. İnanılmaz şeyler de değil bunlar, kediden söz ediyoruz sonuçta. :)

      Selamlar...

      Sil
    2. Bence hepsinde bir gün kalacaktır ilk günlerde daha sonra birkaç tanesi biraz boşverebilir :D (Ailelerin izin vermesi durumu da mühim tabi :) )
      Doğan Cüceloğlu Onlar Benim Kahramanım kitabında Gültekin Yazgan'ın anlattıkları üzerine şöyle bir şey yazmış: "Kedinin ölüsünü sahibine göstermediğiyle ilgili bilgilere ufak bir araştırmayla pek çok kaynakta karşılaştım. Bu yeni bilginin kedilere bakışımı etkilediğini belirtmek istiyorum."
      Kirpileri de senin yazdıklarından okuyorum çok ilginç geldi mesela.
      İnsan bir yarım saat dışarıda yürüse "SubhanAllah" demeden içeri giremiyor.

      Sil
    3. Evet, ben de kedilerle ilgili öyle bir şey duymuş ya da okumuştum. Öleceğini hissediyormuş kedi. Hatta sahibinin öleceğini hisseden de varmış. Her bakımdan ilginç tabii.

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git