Akşam eve geliyorum. Televizyonlarda Gazze'deki insanlık trajedisi. Bombardıman. Kaç yüz ölü. Çocuklar. Analar.
İnsan bir defa insanlıktan sapmayagörsün.

Mağluplar: İyi erdemlerin sembolü
Bir edebiyat yazarı olarak, edebiyat dünyasından bir kahraman seçebilmek oldukça zor. Gılgamış'tan Don Kişot'a, Aeneas'tan Memê Alan'a ve İnce Memed'e kadar öyle çok kahraman var ki...
Bu bolluk içinde yine de tek bir kahraman seçeceksem eğer, bu Hektor olacaktır. Dünkü ve bugünkü mağlup ve mağdurların sembolü Hektor! Troia'nın asi, ama aynı zamanda asil çocuğu Hektor! Troia kral ve kraliçesinin hünerli ve sevimli oğlu Hektor! Zengin Troia'nın geleceği ve koruyucusu Hektor!
Hayat bir arzular toplamı değil, bir hayal kırıklıkları toplamıdır. Hayatta zaferler sayılıdır, mağlubiyetler sayısız... Hektor'un dramı bunun en iyi örneği. Hiçbir suçu, günahı olmadığı halde genç yaşta güzel karısı, küçük oğlu ve sefih şehriyle en mutlu günlerini yaşadığı bir dönemde mağlubiyete ve ölüme mahkum edilir İda Dağı'nı mesken tutmuş Tanrılar tarafından.
Öykü uzun, hatta sonsuz. En mükemmel versiyonu elbette Homeros'un ölümsüz, her zaman güncel, her zaman muhteşem İlyada anlatısıdır. Orada öykü tüm görkemi ve trajedisiyle var. Hayatın sonsuz bir mutluluk, huzur ve refah olarak göründüğü bir anda, birden bire on yıl sürecek korkunç bir savaş Troia'nın dostlara hep açık, düşmanlara hep kapalı kapılarında belirir. Hektor'un küçük kardeşi Paris suyun öteki yakasından, güzelliği dillere destan Helena'yı gizlice kaçırıp Troia'ya getirmiştir; kıyametin koptuğu andır bu. Suyun öteki yakasındaki tüm Helen beyleri de mahşerin ölüm atlıları gibi Agamemnon'un önderliğinde birleşerek Troia'ya savaş açmıştır. Aniden gelen, kaçınılmaz, herkese sadece ölüm getiren bir felakettir bu.Mehmed Uzun, Sizin Kahramanınız Kim? 40 Farklı İsim Kendi Kahramanını Yazdı.
Oğul, eş, baba ve prens olan Hektor artık bir komutandır. Asla arzulamadıı aptalca bir savaşın, sonunda hayatından da olacak hüzünlü, çaresiz komutanı. Ülkesini, şehrini, ailesini, şi ve çocuğunu, namus ve haysiyetini korumak için, öleceğini bildiği halde savaşmak zorunda olan bir bahtsız komutan.
Ve bu kahraman komutanın son derece trajik sonu; öfkesiyle ünlü Akhilleus'un kılıç darbeleriyle Troia surlarının önündeki ölümü. Ve cesedinin öfke sahibi tarafından alabildiğine rencide edilmesi.
Mağlupların muzaferlerden üstün tarafı da, onları ölümsüz yapan özellikleri de işte bu; onlar hem iyi anlatıların sağlam kurucularıdırlar, hem de insan olarak muhtaç olduğumuz iyi erdemlerin sembolüdürler.
Kahraman Hektor; dün de böyleydi, bugün de.
Fenike | İbrani | Yunan | Latin | Arap |
aleph | alef | alfa | a | elif |
bet | bet | beta | b | be |
gmel | gmel | gamma | c | cim |
dalt | dalet | delta | d | dal |
Sabah, harika bir günün habercisiydi. 3 Ağustos günü saat 6.15'te, Brüksel Zaventem Havaalanı'nda kızıl bir güneş göküzüne yükselmekteydi. Sabena Havayolları'na ait Boeing 747 tam saatinde havaalanına indi. Beyaz giyssili bir kontrolör, uçağın durup yerleşmesini sağladı, ardından da yolcular, kendilerini bekleyen iki otobüse ulaşmak için uykulu gözlerle merdiven inmeye başladılar.
Uçağın sol iniş takımı kasasından bölmeye yapışmış bir elin üç parmağı sarkmaktaydı. Kontrolör daha yakına gelince, iniş takımı kasasında iki çocuğun cesedini buldu: Siyah ve narin, yüzleri korkuyla kasılmış, soğuktan büzüşmüş iki küçük ceset... 14 ve 15 yaşlarında, üstlerinde sandalet, gömlek ve bir şorttan başka birşey olmayan Fodê Tourê Keita ile Alacine Keita adlı iki Gineli çocuk.
Bir Boeing 747'nin iniş takımı ana kolsasının on altı büyük tekeri vardır. İki metre yüksekliğinde geniş bir bölmedir burası. Ancak pilot kabininden kontrol edilebilir. Fakat uçak pistteyken, kontrolörlerin gözünden kaçmayı becerebilen herkes iniş takımları kasasına tırmanabilir.
Boeing 747 yaklaşık 11.000 metre yükseklikte uçar; bu yükseklikte uçak dışı ısısı -50 derecenin de altındadır. İki küçük, uçağa Conakry inişi sırasında tırmanmış olmalılar.
Kontrolör, Fodê'nin gömlek cebinde kötü bir el yazısıyla yazılmış ama özenle katlanmış bir not bulur: "Gördüğünüz gibi yaşamımızı feda edip kurban oluyosak, nedeni Afrika'da çok acı çekiliyor olması ve Afrika'daki savaşı bitirmek, sefalete son verebilmek için size ihtiyaç duymamızdır. Ayrıca, okumak istiyoruz. Afrika'da, sizin gibi okumuş insanlar olabilmemiz için bize yardım etmenizi istiyoruz. Siz saygı duyduğumuz büyüklerimizden size böyle bir mektup yazmaya cüret ettiğimiz için de özür dileriz. Afrika'daki gücümüzün zayıflığından ötürü sizden başka şikayet edebileceğimiz kimsemiz olmadığını da unutmayın."Jean Ziegler, Dünyanın Yeni Sahipleri ve Onlara Direnenler.
Başka bir gün röportaj yapmak için gelen gazetecilere, "Katranın formülü nedir?" diye sordu. Kimse yanıtlayamayınca, bastonunu kaldırarak şöyle dedi: "Ben bastonu alır, katrana sokar çıkarırım, elli bin dolar eder. Bunu siz yaparsanız deli derler. İşte aramızdaki fark budur."
Tuz yüklü bir eşek çaydan geçiyormuş, ayağı kayıp suya yuvarlanmış. Tuz suda eriyivermiş. Eşek kalkıp da yükünün hafiflediğini görünce ayağının kaydığına pek sevinmiş. Bir gün de sahibi o eşeğe sünger yüklemiş. Eşek yükün suda hafiflediğini öğrendi ya! Çaya varır varmaz ayağı kaymış gibi suya serilivermiş. Süngerler suyu içtikçe şişmiş, şişmiş ağırlaşmış; o kadar ki eşek bir türlü kalkamamış, ölüp gitmiş.Aisopos (Ezop)
O gün sahilden ağır ağır denize açılan adam, diyelim ki bugün şişmiş bir biçimde kıyıya vursaydı ne yapardık diye düşündüm. Kabus bu ya! Hatta bir tren istasyonunda yolculara mektuplar dizen ve okura hoşgörüyle veryansın eden o adamla şu beyaz mantolu adam arasında ya bir bağ varsa; Üstelik bu bağ kadim ve hatta biyolojik bir bağsa, o zaman şunu da diyebiliriz herhalde dedim: Yazar gerçekten öldü.Roland Barthes
"Mirim, hayatı yaşanılır kılan dört sesin varlığıdır. Yüreğin sesi, kadının sesi, müziğin sesi ve suyun sesi."Mehmed Uzun, Yitik Bir Aşkın Gölgesinde.
"İstediğimiz kadar yüksek duvarlara çıkalım, yine kendi bacaklarımızla yürüyeceğiz; dünyanın en yüksek tahtına da çıksak, yine kendi kıçımızla oturacağız."Montaigne
Faulkner, Hemingway, Malraux, Dos Passos, Camus, Sartre [...] Birçok kez onlardan birine yazıp (hepsi de hayattaydı hala) nasıl yazar olunur diye sormak geçti içimden. Ama bazen utangaçlıktan, bazen de bozum olurum korkusuyla bir türlü cesaret edemedim. Kimsenin yanıt vermeye gönül indirmeyeceğini bile bile neden yazacaktım ki? Edebiyatın birçokları için pek bir anlam taşımadığı, varlığını handiyse bir yeraltı etkinliği gibi toplumun uç boylarında sürdürdüğü ülkelerde böylesi duygulara kapılmak çoğu kez genç insanların heveslerini kursaklarında bırakır.Mario Vargas Llosa, Genç Bir Romancıya Mektuplar.
A Jewish folk tale relates the story of a mute child who had never said a word despite all the efforts of the doctors. Then one day, at the ripe age of ten, he dropped his spoon and cried out, "The soup is too salty!" His parents asked him in amazement why he had kept silent for years, and the child replied, "Until now, everything was all right".