31 Ekim 2012
30 Ekim 2012
Kediler Denize de Bakabilir
© Gregory İvaşenko |
Hz. Nuh Nebi zamanında Ben-i Felid, yani Felidoğuları adında bir kavim yaşardı. Ataları Felid'in Hz. Adem zamanında yaşamış olduğuna dair rivayetler vardı.
Felidoğulları Mundus diyarlarına dağılmış 16 boy halinde yaşarlardı. Bu boylar şunlardı:
Nuh Nebi, tanıdığı bildiği kim varsa hepsine bir haber gönderdi ve yakında bir tufan kopacağını, bundan kurtulmak isteyenlerin kendi gemisine binmesi gerektiğini söyledi. Pek çok kimse gibi Felidoğlulları da gemiye binmeye karar verdiler.
Zaman geldi, Nuh Nebi geminin kapılarının açılmasını emretti. Felidoğulları da gelip gemiye bindiler ve kendilerine gösterilen yerlere geçip yerleştiler. Ancak gemiye biniş esnasında Felisiler'den Tom ile Musoğulları'ndan Ceri arasında nedeni anlaşılmayan bir tartışma yaşandı ve kısa sürede kavgaya dönüştü. Bereket versin ki Asinusoğullarından Benjamin oradaydı da hemen araya girdi ve Tomas'ın çelimsiz Ceri'yi haşat etmesini önledi. Bunu gören Nuh Nebi'nin komutanlarından biri geldi ve görevlilere, "Felisiler'i diğer Felidoğulları'ndan ayrı bir bölüme alın," diye emir verdi. Felisiler'in reisi itiraz edecek oldu ama itirazı para etmedi.
Böylece Felisiler aşireti gemide insanların olduğu bölüme alındı. Önce insanlara karşı biraz çekingen davrandılar ama insanların onları kendilerine alıştırmaları uzun sürmedi.
Tufan koptu, sular yükseldi, Mundus diyarı sulara gömülüp kayboldu. Sonra Tufan durdu, sular geri çekildi ve gemi Cudi Dağı'nın doruğuna oturdu. Nuh Nebi, "çıkabilirsiniz," deyince içerideki herkes çıkmaya başladı. Baktılar ki koca bir dağın tepesindeler. Topluluklardan kimi aşağılara inmeye karar verdi, kimi orada kalmaya.
Pantera Aşiretinden Pantera Leo, bütün Felidoğulları aşiretlerinin reislerini topladı ve, "biz burada kalalım, aşağılara inmeyelim," dedi ve ekledi, "ne olacağı belli olmaz, en azından şimdilik gitmeyelim. Bakarsın tekrar Tufan kopar, hiç olmazsa gemi burada, öylesi bir durumda derhal gemiye bineriz tekrar. Çoluk çocuğu düşünmek zorundayız."
Pantera Leo'nun bu sözlerine on altı Felidoğlu aşiretinden destek geldi. Yalnız, Felisiler aşiretine mensup Pişîk lakaplı Felis Catus adlı biri, "ben burada kalmam arkadaş, insanlarla beraber gideceğim. Burada, bu dağ başında vahşi bir hayat süremem," diye ileri atıldı. O böyle deyince uğuldamalar başladı, kimileri itiraz etti, "oyunbozanlık etme!" diye bağırdı arkalardan biri. Pantera Leo da, "güzel evladım, bak hepimiz burada kalıyoruz, sen sadece aileni değil, bütün bir halkını, milletini bırakıp da nereye gidersin, insanlar arasında nasıl yaşarsın," diyerek onu kararından vazgeçirmeye çalıştı. Ama Pişîk olabildiğince kararlı görünüyordu. Bu kez teyzesinin büyük kızı Felis Margarita ile amcasının oğlu Felis Nigripes şanslarını denediler, "ablacım," dedi F. Margarita, "insanlar kim, biz kim. Görülmüş duyulmuş şey midir, Felidoğullarından birinin insanlar arasında yaşadığı?" Amcaoğlu F. Nigripes de destek verdi F. Margarita'nın bu sözlerine, "gel vazgeç bu sevdadan kardeşim, insanlarla biz bir değiliz. Bir iki günde hevesini alır, aileni, akrabalarını özlersin. O zaman geri dönüş imkânın da olmaz. Ne yaparsın, ne edersin, ne yer ne içersin orada, insanların arasında?"
Bunlardan başka bir dünya söz daha söylendi ama hiçbiri fayda etmedi. Felis Catus, namıdiğer Pişîk, Nuh diyor peygamber demiyordu. Baktılar olacak gibi değil, "git hadi, ne halin varsa gör. Bundan böyle seni bilmeyiz, tanımaz etmeyiz," diyerek yol gösterdiler ona. O da koşarak, dağdan inmeye başlayan insanlara karıştı ve aldı başını gitti.
İşin aslı ise şuydu, gemide Felisiler aşireti insanların olduğu bölüme alınınca onlardan kimileri insanlarla hemen dost olmuşlardı. Felis Catus da, daha gemiye bindikleri ilk gün İbrahim adında küçük bir insanla arkadaş oluvermişti. İbrahim onu o denli sevmişti ki buna çok şaşırmıştı. İnsan kavminden birinin onu bu kadar sevebileceğini hiç düşünmemişti. Gemide oldukları sürece birbirlerinden hiç ayrılmamışlar, aralarında kuvvetli bir dostluk bağı oluşturmuşlardı. Böylece Felis Catus ne pahasına olursa olsun insanlarla gitmeye karar vermişti.
İşte o gün bugündür, Felidoğullarından bir sürü aile dağlarda, ormanlarda, vadilerde, hatta ıssız çöllerde yaşarken, onların kavminden Felis Catus ailesi biz insanlarla beraber yaşamakta.
Bunlardan başka bir dünya söz daha söylendi ama hiçbiri fayda etmedi. Felis Catus, namıdiğer Pişîk, Nuh diyor peygamber demiyordu. Baktılar olacak gibi değil, "git hadi, ne halin varsa gör. Bundan böyle seni bilmeyiz, tanımaz etmeyiz," diyerek yol gösterdiler ona. O da koşarak, dağdan inmeye başlayan insanlara karıştı ve aldı başını gitti.
İşin aslı ise şuydu, gemide Felisiler aşireti insanların olduğu bölüme alınınca onlardan kimileri insanlarla hemen dost olmuşlardı. Felis Catus da, daha gemiye bindikleri ilk gün İbrahim adında küçük bir insanla arkadaş oluvermişti. İbrahim onu o denli sevmişti ki buna çok şaşırmıştı. İnsan kavminden birinin onu bu kadar sevebileceğini hiç düşünmemişti. Gemide oldukları sürece birbirlerinden hiç ayrılmamışlar, aralarında kuvvetli bir dostluk bağı oluşturmuşlardı. Böylece Felis Catus ne pahasına olursa olsun insanlarla gitmeye karar vermişti.
İşte o gün bugündür, Felidoğullarından bir sürü aile dağlarda, ormanlarda, vadilerde, hatta ıssız çöllerde yaşarken, onların kavminden Felis Catus ailesi biz insanlarla beraber yaşamakta.
29 Ekim 2012
Düş'üp Kalkmak
Dün gece çok ilginç bir rüya gördüm.
K köyündeyiz. Yanımda yakın arkadaşlarım Y ve A var. Neden K köyündeyiz, orada ne işimiz var, bilmiyorum. Bu köy, oralı olmadığım halde doğup büyüdüğüm, arkadaşım Y’nin de oralı olduğu halde neredeyse hiç yaşamadığı köy. Diğer arkadaşımız A’nınsa, yanlış bilmiyorsam hiç o köye gitmişliği yok.
Köyde, işimiz her ne ise bitirmiş, şehir merkezine dönmek için yola çıkmış dolmuş molmuş bekliyoruz. Hayret, o kadar araba geçiyor da tek bir dolmuş geçmiyor. Normalin üstü sayılabilecek bir süre bekliyoruz yolun ağzında.
Bu arada, arkadaşım Y’nin yolun karşı tarafında beklediğini fark ediyorum. Sıkılmış olmalı ki o tarafta bekliyor. Ben onu karşıda fark ettiğim sırada, havada dumanı kuyruk olmuş bir uçak görüyorum. Küçükken havada bir uçak gördük mü herkes görsün diye hemen birbirimize haber verirdik. Çocukluğumuzu yâd edelim, bir de şaka olsun diye, gülerek arkadaşım Y’ye, “aa bak, havada bir uçak var!” diye bağırıyorum. O da hemen bakıyor.
Tam da bu sırada, uçağın normalden daha alçakta uçtuğunu ayırt ediyorum. Hemen ardından, üstündeki yazı mazıların da okunabildiğini görüyorum. Kuyruğunda Pegasus’un sarı logosu açık bir biçimde görülüyor. Evet, bu Pegasus’a ait bir uçak.
Derken, çok ilginç bir şey oluyor, bu uçağın inişe geçmiş olduğunu anlıyorum. Eyvah, o da ne! Uçağın indiği yerde havaalanı, pist falan yok ki! Bu civarda Van Havaalanından başka havaalanı da yok. Üstelik o da uçağın indiği tarafta değil. Yüz km. uzakta. Kaldı ki uçak olabildiğince alçalmış durumda. Bütün bunlar saliseler içinde aklımdan geçiyor.
İşte ben tam bunları düşünürken, uçak bizden birkaç yüz metre ötedeki düzlüğe çakılıyor. Çakılıyor ama hiçbir şey olmuyor uçağa, en ufak bir parçalanma yok. Yangın mangın yok. Sanki biri koca uçağı eliyle oraya koyuvermiş gibi. Çok ilginç bir şey daha fark ediyorum o anda, uçak düştükten sonra kanatları yok. Sadece gövdesi yerde öylece duruyor.
Uçağın düştüğünü görür görmez, ben ve arkadaşlarım Y ile A, insanları kurtarmak için derhal o yöne doğru koşmaya başlıyoruz. Benle A, yolun uçağın düştüğü tarafında olduğumuz için önden fırlıyoruz. Daha koştuğumuz birkaç metreyi bulmadan önümüze tepelerin çıktığını görüyoruz. Halbuki az önce yoktu hiçbiri, dümdüzdü ortalık. Orada gerçekte de tepelik falan yok zaten.
A ile ben önümüze çıkan tepeleri bir an önce aşıp uçağa ulaşmaya çalışırken, tepeler de gitgide dikleşmeye başlıyor. Zorlanıyoruz haliyle, var gücümüzle çıkmaya çalışıyoruz, derken arkadaşımız Y’nin son derece çevik ve hızlı, bizi geçtiğini görüyoruz. Düzlükte koşuyormuşçasına tepeyi çıkıp ardında kayboluyor. O kaybolduktan sonra, tepe, bize kastı varmışçasına daha bir dikleşiyor, artık uçağı unutup kendi can derdimize düşüyoruz. Olduğumuz yer o denli sarp bir yere dönüşüyor ki, düşsek kurtuluşumuz yok. Durmadan çırpınıyoruz kurtulmak için. Elimizi atacağımız bir taş falan olsa hani, yok, hiçbir şey yok.
Mücadelemiz böyle devam ederken, uyanıyorum. Hayırdır inşallah.
K köyündeyiz. Yanımda yakın arkadaşlarım Y ve A var. Neden K köyündeyiz, orada ne işimiz var, bilmiyorum. Bu köy, oralı olmadığım halde doğup büyüdüğüm, arkadaşım Y’nin de oralı olduğu halde neredeyse hiç yaşamadığı köy. Diğer arkadaşımız A’nınsa, yanlış bilmiyorsam hiç o köye gitmişliği yok.
Köyde, işimiz her ne ise bitirmiş, şehir merkezine dönmek için yola çıkmış dolmuş molmuş bekliyoruz. Hayret, o kadar araba geçiyor da tek bir dolmuş geçmiyor. Normalin üstü sayılabilecek bir süre bekliyoruz yolun ağzında.
Bu arada, arkadaşım Y’nin yolun karşı tarafında beklediğini fark ediyorum. Sıkılmış olmalı ki o tarafta bekliyor. Ben onu karşıda fark ettiğim sırada, havada dumanı kuyruk olmuş bir uçak görüyorum. Küçükken havada bir uçak gördük mü herkes görsün diye hemen birbirimize haber verirdik. Çocukluğumuzu yâd edelim, bir de şaka olsun diye, gülerek arkadaşım Y’ye, “aa bak, havada bir uçak var!” diye bağırıyorum. O da hemen bakıyor.
Tam da bu sırada, uçağın normalden daha alçakta uçtuğunu ayırt ediyorum. Hemen ardından, üstündeki yazı mazıların da okunabildiğini görüyorum. Kuyruğunda Pegasus’un sarı logosu açık bir biçimde görülüyor. Evet, bu Pegasus’a ait bir uçak.
Derken, çok ilginç bir şey oluyor, bu uçağın inişe geçmiş olduğunu anlıyorum. Eyvah, o da ne! Uçağın indiği yerde havaalanı, pist falan yok ki! Bu civarda Van Havaalanından başka havaalanı da yok. Üstelik o da uçağın indiği tarafta değil. Yüz km. uzakta. Kaldı ki uçak olabildiğince alçalmış durumda. Bütün bunlar saliseler içinde aklımdan geçiyor.
İşte ben tam bunları düşünürken, uçak bizden birkaç yüz metre ötedeki düzlüğe çakılıyor. Çakılıyor ama hiçbir şey olmuyor uçağa, en ufak bir parçalanma yok. Yangın mangın yok. Sanki biri koca uçağı eliyle oraya koyuvermiş gibi. Çok ilginç bir şey daha fark ediyorum o anda, uçak düştükten sonra kanatları yok. Sadece gövdesi yerde öylece duruyor.
Uçağın düştüğünü görür görmez, ben ve arkadaşlarım Y ile A, insanları kurtarmak için derhal o yöne doğru koşmaya başlıyoruz. Benle A, yolun uçağın düştüğü tarafında olduğumuz için önden fırlıyoruz. Daha koştuğumuz birkaç metreyi bulmadan önümüze tepelerin çıktığını görüyoruz. Halbuki az önce yoktu hiçbiri, dümdüzdü ortalık. Orada gerçekte de tepelik falan yok zaten.
A ile ben önümüze çıkan tepeleri bir an önce aşıp uçağa ulaşmaya çalışırken, tepeler de gitgide dikleşmeye başlıyor. Zorlanıyoruz haliyle, var gücümüzle çıkmaya çalışıyoruz, derken arkadaşımız Y’nin son derece çevik ve hızlı, bizi geçtiğini görüyoruz. Düzlükte koşuyormuşçasına tepeyi çıkıp ardında kayboluyor. O kaybolduktan sonra, tepe, bize kastı varmışçasına daha bir dikleşiyor, artık uçağı unutup kendi can derdimize düşüyoruz. Olduğumuz yer o denli sarp bir yere dönüşüyor ki, düşsek kurtuluşumuz yok. Durmadan çırpınıyoruz kurtulmak için. Elimizi atacağımız bir taş falan olsa hani, yok, hiçbir şey yok.
Mücadelemiz böyle devam ederken, uyanıyorum. Hayırdır inşallah.
28 Ekim 2012
Yıldızların Altında
27 Ekim 2012
Güze Doğru
From here |
Yaz mı bitti güz mü bitti
Baktım koynumda bir yetim eğrelti
Ve şunca yıldır bağrıma bastığım düşler...
Öz kentimin ötesinde bir bağrıyanık tepe
Kucaklaştık öptüm onu - öyle de bembeyaz ki.
Şimdi içimi döküşüm ayıplanamaz ki
Bu salt insanoğluca bir yapı
Yaşamın bir adı da bence o"pu".
Feriha Aktan
26 Ekim 2012
Östrüsleri İndüklenmiş Tuj Kuzusu
Geçen gün internette dolaşırken, tesadüfen çok ilginç bir şey gördüm. İlginç diyorum, çünkü bana fazlasıyla ilginç geldi, bakın bakalım size de öyle gelecek mi?
Bir vatandaşın doktora tezinin konusuydu gördüğüm: Östrüsleri indüklenmiş Tuj kuzularında östrüs dönemi plazma progesteron, östradiol 17-β ve LH düzeylerinin saptanması.
Latince desen değil, Türkçe desen değil. İngilizce hiç değil. Sokaktan geçerken kafama beşinci kattan tencere kapağı düşmüş gibi oldum, dersem neye uğradığımı ancak öyle anlatmış olurum. Meraklandım, ne demek istiyor acaba, deyip araştırdım. Östrüs'ün anlamına baktım, indüklemek fiiline baktım, Tuj ırkının ne mene bir şey olduğuna baktım. Plazma'nın anlamına bakayım dedim, Google Hazretleri bile plazma televizyonlardan başka bir şey göstermedi. Sonra efendim, progesteron yazdım, östradiol yazdım, falan filan.
Cenab-ı Hak Google ve Wikipedia'dan bin kez razı olsun, bizi onlarsız komasın, ne sorsan, bana mısın demeden hemen cevap veriyorlar. Veriyorlar vermesine, ama bazen birkaç şeyi yan yana koymak işi de sana kalıyor. İşte o zaman damdan düşmüş gibi orta yerde kalakalıyorsun. Tıpkı, bu bahsettiğim konuda benim de kalakaldığım gibi. Teker teker ne demek olduklarına baktığım östrüs, indüklemek, Tuj kuzusu, plazma, progesteron, östradiol kelimelerinin anlamlarını yan yana getirmeye çalıştım ama sen misin çalışan? Anlayacağım yerde kafam daha da karıştı, zihnim allak bullak oldu. Sadece resmini gördüğüm tuj koyunu gözümün önüne gelip sırıtıyordu, o kadar. İşin içinden çıkamayınca merakım katlanarak arttı. Tamam, tuj kuzusunun resmini gördüm ama bunların östrüsleri indüklenmiş olanı nasıl oluyor acaba, diye diye içimi bir kurt kemirmeye başladı.
Google'da detaylı aradım ama ara ki bulasın. Google da bir yere kadar canım. Tamam, östrus, möstrus, petrus, homo homini lupus, hepsine eyvallah da, tutup, "östrüsleri indüklenmiş tuj kuzusu" diye soracak halin de yok ya. Fırına bütün malzemeleri koyup, hadi bana yemek yap, demeye benzer bu.
Dağıtmayalım, baktım ki olacak gibi değil, bu merak devam ederse gece uyuyamayacağım, iyisi mi, dedim, ben kendim östrüsleri indüklenmiş bir tuj kuzusu yapayım. Açtım Windows'un resim defterini, başladım yapmaya. Efendim, söylemekten imtina ediyorum, çok iyi bir ressamımdır, geçen yıl bir müzayedede, Umberto Eco benim bir resmimin Picasso'ya ait olduğunu sandığını itiraf etmişti. İşte birçok otorite tarafından son yıllarda çizdiğim en iyi resim olarak tanımlanan şaheserim:
Bir vatandaşın doktora tezinin konusuydu gördüğüm: Östrüsleri indüklenmiş Tuj kuzularında östrüs dönemi plazma progesteron, östradiol 17-β ve LH düzeylerinin saptanması.
Latince desen değil, Türkçe desen değil. İngilizce hiç değil. Sokaktan geçerken kafama beşinci kattan tencere kapağı düşmüş gibi oldum, dersem neye uğradığımı ancak öyle anlatmış olurum. Meraklandım, ne demek istiyor acaba, deyip araştırdım. Östrüs'ün anlamına baktım, indüklemek fiiline baktım, Tuj ırkının ne mene bir şey olduğuna baktım. Plazma'nın anlamına bakayım dedim, Google Hazretleri bile plazma televizyonlardan başka bir şey göstermedi. Sonra efendim, progesteron yazdım, östradiol yazdım, falan filan.
Cenab-ı Hak Google ve Wikipedia'dan bin kez razı olsun, bizi onlarsız komasın, ne sorsan, bana mısın demeden hemen cevap veriyorlar. Veriyorlar vermesine, ama bazen birkaç şeyi yan yana koymak işi de sana kalıyor. İşte o zaman damdan düşmüş gibi orta yerde kalakalıyorsun. Tıpkı, bu bahsettiğim konuda benim de kalakaldığım gibi. Teker teker ne demek olduklarına baktığım östrüs, indüklemek, Tuj kuzusu, plazma, progesteron, östradiol kelimelerinin anlamlarını yan yana getirmeye çalıştım ama sen misin çalışan? Anlayacağım yerde kafam daha da karıştı, zihnim allak bullak oldu. Sadece resmini gördüğüm tuj koyunu gözümün önüne gelip sırıtıyordu, o kadar. İşin içinden çıkamayınca merakım katlanarak arttı. Tamam, tuj kuzusunun resmini gördüm ama bunların östrüsleri indüklenmiş olanı nasıl oluyor acaba, diye diye içimi bir kurt kemirmeye başladı.
Google'da detaylı aradım ama ara ki bulasın. Google da bir yere kadar canım. Tamam, östrus, möstrus, petrus, homo homini lupus, hepsine eyvallah da, tutup, "östrüsleri indüklenmiş tuj kuzusu" diye soracak halin de yok ya. Fırına bütün malzemeleri koyup, hadi bana yemek yap, demeye benzer bu.
Dağıtmayalım, baktım ki olacak gibi değil, bu merak devam ederse gece uyuyamayacağım, iyisi mi, dedim, ben kendim östrüsleri indüklenmiş bir tuj kuzusu yapayım. Açtım Windows'un resim defterini, başladım yapmaya. Efendim, söylemekten imtina ediyorum, çok iyi bir ressamımdır, geçen yıl bir müzayedede, Umberto Eco benim bir resmimin Picasso'ya ait olduğunu sandığını itiraf etmişti. İşte birçok otorite tarafından son yıllarda çizdiğim en iyi resim olarak tanımlanan şaheserim:
24 Ekim 2012
22 Ekim 2012
Terrae Motus
1. Pembe
Gündelik hayat bazen tozpembedir.
Taa ki…
Bugün pazar. Evdeyim. Yarın okul var. Şimdi mi tıraş
olsam daha sonra mı? İyisi mi akşama bırakmak. Pazar günleri kütüphane de
kapalı. Erciş'te yapacak pek bir şey yok. Özellikle hafta sonları. Pazarları
dışarı çıkarım, çoğunlukla da Buse Kafe'ye giderim. Kahve içmeye. Güzel kahve
yapıyorlar.
Bugün, bu saate kadar her nedense hâlâ evdeyim. Oysa çoğu
pazar saat on biri bulmadan çıkarım. Sabahtan beri öylece oyalanıp duruyorum evde.
Öğle yemeğini yemedim henüz, kahvaltıyı biraz geç yaptım. İki-üç saat önce tam
dışarı çıkıyordum ki, neden bilmiyorum, vazgeçtim. Bilgisayarı açıp internete baktım biraz. Canım pek bir şey yapmak istemiyor bugün.
Hayret, böyle durumlarda genelde ceketimi alıp dışarı çıkarım, ama dedim ya,
nedense bugün beni evde tutan bir şey var, oyalanıp duruyorum. Son olarak, bir
saat kadar önce salona gidip biraz televizyon izledim. Beni bilenler bilir, hiç
televizyon izlemem. O kanaldan bu kanala gidip geldim, sıkıldım, odama döndüm,
gözüme bir bulmaca ilişti, aldım çözmeye başladım. Bir mantık bulmacası. İşte
şimdi hâlâ küçük odamda, masamda oturmuş bu bulmacayı çözmekle meşgulüm. Ama
bitti bitecek, çok az kaldı. Bitsin de dışarı çıkıp bir hava alayım, Buse’ye de
gidip bir kahve içeyim, sonra belki arkadaşlara giderim.
Bu da ne?! Sallanıyorum. Deprem, evet evet, bu bir
deprem!
2. Gri
Bazı zamanlar gridir. Sen beyaza yakın görürsün, diğerleri
siyaha.
20 Ekim 2012
Hayal Meyal
19 Ekim 2012
Burada Senin Geçmişin Yaşıyor
Evim der ki, "Beni bırakma, çünkü burada senin geçmişin yaşıyor." Yolum der ki, "Gel ve beni izle, çünkü ben senin geleceğinim." Ve ben hem eve, hem de yola derim ki: "Benim ne geçmişim, ne de geleceğim var. Eğer kalırsam, kalışımda bir ayrılış vardır; gidersem, ayrılışımda bir kalış."Halil Cibran
© Anton Kononov |
17 Ekim 2012
Bir Koyun Çitten Atladı
Tüm bahtsız koyunlarımıza ithaf olunur.
O kadar kitap okudum, "Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler," atasözünü bir türlü anlayıp kavrayamadım. Neden koyun keçiyle ikame ediliyor, sırf birbirlerine benzedikleri için mi? İkisi de küçükbaş olduğundan, yaşam koşulları birbirine benzediğinden mi? Bilemeyiz, atalara sormak lazım.
Geçenlerde yatmak üzere yatağa girdim, baktım ki bir türlü uykum gelmiyor, çitten koyun atlatayım bari, dedim. Çocukken, Susam Sokağı mıydı, başka bir program mıydı, oradan öğrenmiştim koyun atlatmayı.
Bir koyun çitten atladııı!
İki koyun çitten atladııı!
Üç koyun çitten atladııı!
Uzar giderdi böyle. Hayal meyal hatırlıyorum, bazen 100'leri bulurdu atlayan koyun sayısı. Küçükken hiç denemedim, o zamanlar uykusuzluk sorunum pek yoktu. Geçen günse, bir deneyeyim, belki işe yarar, dedim ve işe koyuldum.
Dedemlerin yazlık ağılını gözümde canlandırdım önce, birkaç koyun atlattım çitten. Fakat bir sorun vardı, ilk beş-on tanesini her nasılsa atlattım atlatmasına ama ağılın kapısı gerçekte epey yüksek, bir koyunun üstünden atlaması imkânsız. Kısacası, ben daha koyunları yeni atlatmaya başlamışken, olay hayali de olsa, yaptığım mantık hatası güya tez uyumak için kurduğum planı altüst etmeye yetti ve zaten olmayan uykum iyiden iyiye dağıldı.
Sonra yine bizim köyde, ama bu kez hayali bir ağıldan atlatmaya başladım koyunları. Dedemlerin gerçekte taş duvarla yapılmış, sadece kapısı çitten olan ağılının aksine, hayalimde dört bir tarafı çitten, üstelik de daha alçak bir ağıl yaptım ve atlatmaya başladım koyunlarımı. İlk birkaç tanesini atlattım, iyi atlıyorlardı, atlarken çite de değmiyorlardı üstelik. Atlayış sorunsuz devam ederken ne oldu dersiniz? Koyunlardan biri arka taraftan atladı. E, koyunları bilirsiniz, biri bir halt etsin, hepsi sırayla hiç vakit kaybetmeden aynı haltı işlemeye koyulur. Zaten, Wikipedia'dan okuduğuma göre uykusuzluğa çare olarak koyun atlatma fikri de koyunların "koyunluklarından," yani bir işi sırayla, düzen içinde yapmalarından, birbirlerinin ardından gitmelerinden doğmuşmuş.
Konumuzdan sapmayalım, o koyun arkadan atlayınca ağıldaki diğer tüm koyunlar derhal o yana yöneldiler ve sırayla atlamaya başladılar. Çitin o tarafında da, adını söylememe lüzum yok, yaşlıca bir amcanın bahçesi var. Ben hâlâ kendi bulunduğum taraftan koyunları atlatmaya uğraşırken o yaşlı amcanın sesini duymayayım mı, "Evladıım, koyunların bahçeme daldılar, görmez misiin!" diye bağırıyordu adamcağız. Duyar duymaz, ayıp olmasın diye hemen koşup bahçeye girdim ve koyunları çıkarmaya başladım. Yaşlı amca da bana yardım etti. Koyunların hepsini bahçeden tam çıkarmışken bir de ne göreyim, biraz önce çitten atlattığım birkaç koyun başlarını almış gidiyorlar. İçimden kendime kızdım, "Madem atlatacaktın, be hey adam, ne demelere dışarıya atlattın koyunları, dışarıdan içeriye atlataydın a!" Bir yandan da giden koyunların peşinden koştum, bir başkasının bahçesine de onlar girse hiç uğraşmaya gelmezdi şimdi.
(Meselenin burasında biraz kendime gelir gibi oldum. "Kafayı mı yedin oğlum sen?" diye sordum kendime. Alt tarafı uykumu getirmeye çalışırken her şeyi yüzüme gözüme bulaştırmıştım işte. Bu kadar çok kitap okuma, diyenlerin haklı oldukları yerler de var elbette, bunu inkâr etmiyorum.)
Neyse efendim, konuyu biraz toparlamak adına şunu söyleyeyim, o gece uykumu getirebilmek için koyun atlatayım dedim ve gördüğünüz gibi yüzüme gözüme bulaştırdım. Sonra ne mi yaptım? Koyunlardan elimi çekip uykumun kendiliğinden gelmesini mi bekledim? Hayır tabii ki, koyunlar işe yaramayınca gidip keçilere bulaştım ben de.
Siz şimdi gidin yatağınıza girin. Uykunuz yoksa koyun moyun atlatayım demeyin. Benim çoğu kez yaptığımı yapıp kendinizi hipnoz edin: Elinize bir kitap alın ve sakın anlayarak okumayın. Sadece ve sadece okuyun. Hiçbir şey anlamadan okuyun. Gözlerinizi satırlardan almayın, okuyun, okuyun. Biraz sonra uykuya dalacaksınız. Sabah olunca da uyanacaksınız.
Yarın veya bir iki gün sonra da keçilerle maceramı yazacağım inşallah.
(Soracaksınız haliyle, "Neden bu yazıyı bahtsız koyunlara ithaf ettin?" Ya da, "Neden koyunların bahtsız olduğundan dem vurdun?" Efendim, koyunlar bahtsız olmasın da ne olsun? Sürü olmanın bunca aşağılandığı bu devirde koyuncağız bahtsız olmasın da ne olsun?)
16 Ekim 2012
Şiir Nedir?
Sone 76
Niçin benim şiirim yeni süslerden yoksun,
Ne çeşnisi yeterli, ne de kıvraklığı var?
İsterim ki çağına sırt çevirmeyip bulsun
Taptaze söyleyişler, yepyeni anlatışlar.
Yazdıklarım benziyor birbirine tıpatıp,
Bütün şiirlerimde niçin urbalar aynı?
Basmakalıp sözlerin beni ortaya atıp
Ele verir adımı, sanatımın aslını.
Şunu bil ki sevgilim ben hep seni söylerim:
Bir sensin, bir de sevgin kullandığım tek konu
Eskileri yeniler en üstün şiirlerim,
Önceden ne yazmışsam yine yazarım onu:
Nasıl ki güneş her gün hem eskidir hem yeni,
Sevgim de yeni baştan söyler her söyleneni.
Shakespeare
15 Ekim 2012
11 Ekim 2012
Onlarda ve Bizde
Onlarda şöyle:
Nokia Corporation
The Coca-Cola Company
Motorola Inc.
Bizdeyse şöyle:
BİLMEMNE Eğitim, Danışmanlık, Sanayi, Ticaret, İnşaat, Enerji, Sinerji, Gıda, Tekstil, Tarım, Kredi, Turizm, Taşımacılık, İletişim, Bilişim, İç Ticaret, Dış Ticaret, İthalat, İhracat, Temizlik Hizmetleri A.Ş.
Nokia Corporation
The Coca-Cola Company
Motorola Inc.
Bizdeyse şöyle:
BİLMEMNE Eğitim, Danışmanlık, Sanayi, Ticaret, İnşaat, Enerji, Sinerji, Gıda, Tekstil, Tarım, Kredi, Turizm, Taşımacılık, İletişim, Bilişim, İç Ticaret, Dış Ticaret, İthalat, İhracat, Temizlik Hizmetleri A.Ş.
10 Ekim 2012
Başkasının Gözünden
Van Gogh, birlikte yaşadığı kadının çocuğuna süt almak
için, satılmak üzere Paris’e gönderdiği kulübe gravürlerinden biri beğenilmeyip
geri gönderilince, kardeşi Theo’ya yazdığı mektupta, “Oysa ben o resmi yapmak için kulübeyi günün her saatinde, loş ışıkta
günlerce seyretmiştim.”
Adnan Binyazar, Ayna
9 Ekim 2012
Hakiki Sanata Ağıt
© Compact.Girl |
Adnan Binyazar, Ayna
8 Ekim 2012
Sahici Çağrışımlar
Honoré Daumier'in Don Quijote'si |
Bir şey demiyorum.
6 Ekim 2012
Erkekler ve Kadınlar: Acı
Kadınları hep gözlerden ırak arka odalara gönderdiler ve onlara şöyle dediler: "Burada tutun tutacaksanız yasınızı. Ancak burada çekebilirsiniz acınızı."
Ses çıkarmadı hiçbiri. Ve herkes tutmaya başladı yasını. Ağıt ağıda karıştı. Sesleri çıktıkça döktüler acılarını, çıkarıp serdiler orta yere kederlerini. Taa arka odalardan evin tümüne yayıldılar kendi sesleri içinde.
Erkeklerse salonlarda ve mükellef odalarda dizildiler sıra sıra. Görünür oldular gelene gidene. Ancak, acıları görünür kılmaya gelince, cesaret edemedi hiçbiri buna. Tekinin sesi çıkmadı salondan dışarıya. Neden sonra yas tuttuklarının ayırdına vardılar, şöyle dediği duyuldu içlerinden birinin: "Bu tuttuğumuz "kendi" yasımızdır, değil mi?" Sustular.
3 Ekim 2012
Bir Satranç Sorusu
© HDR Cafe.
|
İki oyunda toplam 1 puan almayı nasıl garanti edebilirsiniz? Yani ya iki oyunda da berabere kalacaksınız ya da birinde yeneceksiniz.
(Ali Nesin'in Develerle Eşekler adlı kitabından.)
2 Ekim 2012
Çetrefil İlişkiler
- Bir patron
- Patronun sekreteri
- Sekreter'in kocası
- Kocasının sevgilisi
- Sevgilisinin öğrencisi
- Öğrencisinin dedesi
- Dedesinin sekreteri
Yedi oyuncu var ama aslında beş kişiler. Nasıl mı?
Patron sekreterine,Alıştırmalar:
"Bir haftalığına iş için yurt dışına çıkacağız, ona göre hazırlan," der.
Sekreter kocasını arar,
"Patronla bir haftalığına yurt dışına çıkacağız, sen başının çaresine bakarsın."
Kocası sevgilisini arar,
"Karım bir haftalığına yok, bu haftayı beraber geçirelim," der.
Sevgilisi özel ders verdiği çocuğu arar,
"Bu hafta sana ders veremeyeceğim, gelmene gerek yok."
Çocuk dedesini arar,
"Dedeciğim, bu hafta dersim yok. Öğretmenimin işi varmış, bu haftayı senin yanında geçirmek istiyorum." Dedesi sekreterini arar,
"Bu haftayı torunumla geçireceğim, gezimiz iptal oldu. Gitmiyoruz."
Sekreter kocasını arar,
"Gezimiz iptal oldu, gidemiyoruz."
Adam sevgilisini arar,
"Bu hafta beraber olamayacağız, karımın gezisi iptal oldu."
Sevgilisi ders verdiği çocuğu arar,
"İşim iptal oldu. Bu hafta ders var."
Çocuk dedesini arar,
Dedeciğim, öğretmenimin işi iptal oldu. Maalesef bu hafta beraber olamayacağız, çok üzgünüm."
Dedesi sekreterini arar,
"İş gezisi iptal olmadı. Bu hafta yurt dışına çıkabileceğiz, hazırlıklarını yap."
1. Sizce bu oyun nasıl biter?
2. Kimin yerinde olmak isterdiniz? (Patronun yerine geçmek yasaktır.)
3. Türkiye'yi baz alırsak, böyle bir rastlantılar zinciri mantıksal olarak mümkün mü?
1 Ekim 2012
1den bire
uykuyla uyanıklık arasında
çekirdeksiz nar gibi geldin birden bire
bu çarpan hangi saatin hızıdır
her şey sen oluyorsun birden bire
insan kime gitmeli tükenince
ocağında yükselirken bacalar birden bire
üç kadın aydınlık bir sofada oturmuş
bir damla suya dönüyorlar düşümde birden bire
yürüyordum bir gün ikiz gibi sokakta
bende bir olmuşuz seninle birden bire
tebeşir çocuklar gibi çınçın ağızlı
çemberler içinden ateşler çıkıyor birden bire
biz ki uyumamışız hiç toprağın içinde
duyulmaz bir yıkılış birden bire
su nergisleri üstünde erciyes gölgesi
ah omzumdan kuşlar fırlıyor birden bire
düşündüm de en büyük hayret senmişsin
yoluna başımı . koymuşum birden bire
Ömer Erdem
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)